19 Ocak 2011 Çarşamba

İstanbul'un Madalyonu ve Madalyonun Arka Yüzü

 
Bir süre kuş bakışı seyrettim şehri hastanenin en üst katından. Sanki çok mutluluk ve huzur dolu bir yermiş gibi, hastaneyi en manzaraya doymuş yerine koymuşlar şehrin. Oradan manzaraya bakınca üzüntülerin, sıkıntıların siliniverecekmiş gibi. Hastaneler ve hapishaneler manzaranın en gereksiz olduğu yerlerdir. 

Çanak antenler mantarlar gibi bitivermiş evlerin tepelerinde. Ve bu, her yerini mantar kaplamış, herkesin birbirine düşman olduğu şehirde, evler öylesine dip dibe ki, insan bilmese gerçeği, dayanışma dolu olduğunu sanabilir İstanbul’un. Göz alabildiğine kalabalık İstanbul. Tenha bir yere gelince, insanlar sürüden ayrılmışlık hissiyle telaşa kapılıyorlar.
Camiler şehri İstanbul… Hocalar her gün “insanları sevin” diye vaazlar veriyorlar ama bu şehrin sakinleri insanları sevmiyor. Oysa çok dinine bağlı bir şehir İstanbul. Sinagoglar, kiliseler, camiler insanlarla dolup taşıyor. Ve üzerinde ampul işareti olan afişlerde bazılarının “İstanbul için aşkla yola çıktıkları” yazıyor. Oysa bu şehirde gerçek olmayan şeylerin başında aşk geliyor. 

Bir adam kaldırıma yatmış uyuyor. Utanmıyor, şehrin yüzsüzlüğü ona da geçmiş. İnsanlar onun ceketinin kenarına basıp geçiyorlar. Bu şehir onları o kadar vurdumduymaz yapmış ki, onlar da insanlıklarını sorgulamıyorlar. Bu tabloya sürekli rastlıyorsunuz. Kimse müdahale etmiyor bu akşamdan kalma şarapçılara. Bir süre bu şehirde yaşayınca her şey olağan geliyor insana. İnsan bulunduğu mekâna çok çabuk uyum sağlıyor. Ve burada iyi niyeti o kadar suistimal ediliyor ki insanın, sonunda o da diğer şehir sakinleri gibi kalpsiz olup çıkıyor. 

İnsanlar karanlığa kalmamak için neredeyse birbirlerinin üstlerine basarak o insan istifi otobüslere binmek için çabalayıp duruyorlar. Küçük yerlerde böyle tıklım tıklım otobüsler olmuyor, olsa da insanlar bir sonraki otobüsü bekliyorlar ezilmemek adına.
Yine de İstanbul seviliyor. Şairler onun için şiirler yazıyor, dünyanın dört bir yanından insanlar onu görmek için geliyorlar. İnsanları ondan ne kadar şikâyetçi olsa da, ayrı kalınca en fazla üç gün dayanıp tıpış tıpış İstanbullarına geri dönüyorlar. 

Bir şey ne kadar gizemli, ne kadar elde edilmesi zor olursa, o kadar cazibeli oluyor. İstanbul’un durumu da bu galiba. Kimse anlayamıyor İstanbul’u ve tamamen sahiplenemiyor kimse. Bu yüzden İstanbul her zaman güzel ve herkes onu istiyor. Aslında İstanbul çok iyi biliyor hiçbir özelliği olmadığını ve kullandığı politika sayesinde çok başarılı bir şekilde örtüyor kötü yönlerini. Tıpkı siyah giyip zayıf görünmek gibi…


Önceki gün Raising Hope izlerken Jimmy Kennedy’nin yazdığı bu şarkı denk geldi. Öyküme de tam uydu, buyurun:

“...
Even old New York was once New Amsterdam
Why they changed it, I can't say
(People just liked it better that way)
Take me back to Constantinople
No, you can't go back to Constantinople
Now it's Istanbul, not Constantinople
Why did Constantinople get the works?
That's nobody's business but the Turks'.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder