11 Mayıs 2011 Çarşamba

Burda dergisi (Mayıs '11)

Burda dergisi kendini geliştirmiş. Yıllardır aynı modelleri veriyorlardı. İşte bu ayki dergide beğendiklerim:



Buna bayıldım. 70'lere geri dönüş :)

Plajda giymek için bunu dikeceğim. Patronlarını çıkardım bile.




Bu elbiseyi de diktikten sonra sprey boyayla boyuyorsunuz. Çok güzel!

30 Dakikada Masa Örtüsü Nasıl Dikilir?



İhtiyacınız olan:
  • Kumaş
  • Dikiş makinesi
  • Makas
  • Mesura
  • Ütü
Tam ölçülerine göre örtüsü olmayan masama örtü dikmeye karar verdim. Masamın ölçüleri 60*80. Her kenardan 20 cm kumaş sarkacağını ve dikiş payı da ayırmam gerektiğini düşünerek 100*120 cm kumaş kestim. Dikişlerin düzgün olması için dikmeden önce dikeceğim yerleri katlayıp ütüledim. En son olarak dikiş makinesinde kenarlarını dikip bitirdim.

Başka ne yapabiliriz diye düşündüğümüzde güzel fikirler çıktı. Eşimin aklına gelen, aynı kumaştan sandalyelere minder dikmek oldu. Ben de yine aynı kumaştan amerikan servis ve peçete dikmeyi düşündüm. Fikirlerimizi gerçeğe dönüştürünce dikim aşamalarını fotoğraflarla destekleyerek burada paylaşacağım.

Bu kumaştan,



Böyle bir masa örtüsü çıktı:




Bu örtü ile uyumlu olacak başka neler yapılabilir? Aklınıza gelenleri paylaşın. :)

1 Mayıs 2011 Pazar

20 Nisan 2011 Çarşamba

Thor'u beklemek...



Anthony Hopkins, Samuel Jackson, Natalie Portman ve Jaimie Alexander'ın (ki onu Kyle XY'dan tanıyoruz) oyuncu kadrosunda yer aldığı film Thor'un trailer'ını çok ilgi çekici yapmışlar. Binanın içinde gezerken tıklayarak farklı bölümlerle ilgili fotoğraf, bilgi ve videoları bulabiliyorsunuz. Bu, ayrıntılardan sadece biri.

İsveçli aktör Alexander Skarsgard (onu da True Blood'da Eric olarak görmüştük) başrolü Portman ile paylaşıyor. Söylemekte fayda var Anthony Hopkins filde Amerikan tanrılarından Odin'i canlandıracakmış. Merakla bekliyoruz.


Thor's Trailer

5 Nisan 2011 Salı

Kız ile Tanışmak



Ne büyük şans! Güneşli bir gün... Karnını iyice doyurmuş olmanın ağırlığı  çökmüş vücuduna. O ağırlık çökmüş vücudu bırakıveriyor çimenlerin üzerine, tabi güneş ışıklarının ideal şekilde düştüğü yeri özenle hesaplayarak.

Yanından insanlar geçiyor renk renk atkıları ve paltolarıyla. Ama O daha çok mavi giyenleri fark ediyor. Maviyi daha çok seviyor çünkü. Çimenlerin rüzgârla titreşen uçlarına dokunurken serin çimenlerin tırnaklarının arasından geçtiğini duyumsuyor. Özellikle üzerine ışık yansıyan çimenlere dokunuyor. Sonra bir diğerine ve bir diğerine…

Üç metre ilerideki ahşap banka kahverengi paltolu bir kız oturuyor. Kızın O’na baktığını hissediyor, yine de çimenlere dokunmaya devam ediyor. Kız, çantasından bir sigara çıkarıp yakıyor. Ağzına doldurduğu dumanı, dişlerinin arasından hafifçe çektiği hava ile birleştirerek ciğerlerine gönderiyor. Bu sırada kızla göz göze geliyorlar. Kız, O’nun ne kadar sevimli olduğunu düşünürken, O da kızın böyle bir günde neden güneş ışıklarını hesaplamadan, yarısı gölgede olan bir yere oturduğunu anlamaya çalışıyor.

Hiç beklemediği bir anda kız O’na doğru elini uzatıyor. Bir saniyeden biraz uzunca bir süre düşündükten sonra aniden yattığı yerden kalkıp kızın yanına doğru ilerliyor.

Onun konuştuğu dili bilen çok az insan vardır. Çoğu zaman ağzınızdan ses çıkmasa da birçok şeyi anlatabilirsiniz. Bu yüzden çok heyecanlanıyor çünkü ilk kez O’nun dilini bilen, O’nu anlayan bir insanla karşılaşıyor. Müthiş bir heyecan dalgası bedenini sarsarken, korkarak kızın eline dokunuyor. Soğukta üşümüş ellerin nasıl bu denli sıcak olduğunu merak ediyor. Eğilip kızın eline burnunu yaklaştırıyor. Parfüm kokusu… Sandal ağacı, yasemin, belki biraz da portakal çiçeği… Hafif bir rüzgâr esiyor o sırada. Yapraklar ağacın gövdesinden kurtulmak istercesine çırpınıyor. Gözlerini kısıp rüzgârı daha iyi hissederken saniyeler birbirini kovalıyor. Kim bilir neler geçiyor o sırada aklından.

Yavaşça açıyor gözlerini. Kızla bakışları kesişince gözbebekleri büyüyor. Kız iki gözünü birden usulca açıp kapayarak göz kırpıyor O’na. Ama bu hareketin ne anlama geldiğini çoğu kişi bilmez. Bu nedenle bir kez daha şaşırıyor. O da gözlerini yavaşça açıp kapayarak, kıza “ben de seni seviyorum” diyor. Kız gülümsüyor. Ve bu kız gülümserken gözlerin içi de gülüyor. Artık ne zaman bir kız O’na gülümsese, güneşli bir kış günü gelecek aklına. Kız gülümsemeye devam ediyor. Güneşli bir kış günü gibi…

Kızın yanına oturuyor ve açık duran eline yanağını yaslıyor. İpekmişçesine okşanan o yanak artık eski yanak değil sanki. Üzerinde hala okşamanın verdiği his duruyor. Hiç kımıldamıyor ki okşama hissi düşmesin yanağından. Tüm bedeni sevgiyle titriyor. Yavaş hareketlerle kıza biraz daha yaklaşıyor be başını dizlerine koyuyor. Üzerinde başka bir koku daha var. “Benim cinsimden birinin kokusu bu” diye düşünüyor. Kızın büyük olasılıkla birlikte yaşadığı hemcinsini kıskanıyor. “Onun yerinde ben olabilirdim” diyerek iç çekiyor.

Kızın, bileklerinden parfüm kokusu yayılan elleri O’nun omuzlarını okşuyor şimdi. Yüzünü yalayarak esiyor rüzgâr. Gözlerini kapatıyor. Belleğine kazıyor bu anı. Saçları uçuşuyor esintiyle. Ne kadar süre öylece durdular bilemiyor. Zamanın içinde bir boşluk bulmuş sanki. Ve o boşluktan çıkmak istemiyor hiç. Ama kızın konuşmaya başlamasıyla çıkmak zorunda kalıyor. Ağzından çıkanların ne anlama geldiğini anlamadan kızın gözlerinin içine bakıyor. “İyi şeyler söylüyor olmalı, gülümsüyor çünkü”. Oturduğu banktan kalkıyor kız ve O’na bakarken gözlerini açıp kapatıyor yine. O da kıza aynı şekilde karşılık veriyor. Kız arkasını dönüp uzaklaşmaya başlayınca O da banktan kalkıp takip ediyor. Birkaç adım sonra durup kızın gidişini izliyor.

Hüzünlü çünkü kızla yaşadığı bu iletişimi bir daha bulabilir mi bilmiyor. Mutlu çünkü kız her zaman orada bir yerde olacak ve kendisini seven birinin varlığını bilmek O’nu rahatlatıyor. Mutluluğu hüznüne ağır basıyor. Banka gidip oturuyor. Son on dakikadır yaşadıklarını tekrar geçiriyor aklından gözlerini kısarak. Bıyıklarını titretiyor. Güneşli bir gün olmasına rağmen hava serin. Kuyruğunu bedenine dolayıp ısınmaya çalışıyor. Güneşli bir günde mutlu, ama üşüyor.

Sevimli Nisan ayı takvimi :)



Daha önce ocak ve şubat ayı takvimlerini paylaştığım Curiosity Group nisan ayı takvimini sunar:

http://curiositygroup.com/wp-content/uploads/2011/03/Curiosity_april_cal_jazz_final.pdf

Koleksiyoncular için yağmurlu, şemsiyeli Mart ayı takvimi de aşağıda:

http://curiositygroup.com/wp-content/uploads/2011/03/Curiosity_april_cal_jazz_final.pdf





Enjoy!

28 Ocak 2011 Cuma

Sisli Bir Kış Akşamıydı



Sisli bir kış akşamı… Yine de güneşin batarkenki kızıllığını görebiliyorum. Yağmur çiselemeye başlıyor. Yere düşmemeye çalışarak üstünde yürüdüğüm raylar benimle dalga geçercesine parlıyor.

Etrafıma bakıyorum. Gözüme bir bank kestiriyorum ve gidip oturuyorum. İnsanları izlemeye başlıyorum. Kimi oturan, kimi hızlı, kimi yavaş yürüyen, kimi üzerine bastığı kurumuş yaprağın çıkardığı sesi bile duymayan insanları… Her zaman bir yere yetişme telaşında olan aceleci insanları… Belki hayatım boyunca bir daha karşılaşmayacağım, bir sonraki dakika unutacağım yüzleri…

Sıcacık yatağımda olmayı arzuluyorum. Eve gitmek o kadar zor geliyor ki. “Nasıl gitsem? Taksiyle mi? Hayır! Ben otobüsle gitmek istiyorum. Halk, ekmek parası ve evden işe, işten eve mekik kokan, ter kokan otobüslerden biriyle… Ama kaç numaraydı? Neyse, birine sorarım”.

Biraz ileride bir simitçi görüyorum. Herkesin olduğu gibi simitçinin de gözlerinde hüzünden buğular var. Ve akşamın bu saatinde henüz satamadığı yirmi kadar simidi… Cüzdanıma bakıyorum. Yanımda fazla para yok. Simitçiden kaç numaralı otobüse bineceğimi öğreniyorum ve üç tane simit alıp para üstünü bilerek unutuyorum. Simitleri çantama koyup otobüs durağına doğru ilerliyorum.

Otobüsü beklemeye başlıyorum. Gözüme bir kadın ve kucağındaki yarı çıplak çocuğu takılıyor. Hava soğuk. Aç gibiler. Çantamdaki simitleri çıkarıp onlara veriyorum. “Allah ne muradın varsa versin” diyor, “Allah tuttuğunu altın etsin!”

Birine yardım etmenin sevinci içinde durağa dönerken otobüs geliyor. Kaçırmamak için koşuyorum. Otobüsün basamaklarını dikkatlice çıkıyorum. Biletimi kutuya atıp arkalarda bir yer seçiyorum kendime. Seçiyorum çünkü otobüste beden başka kimse yok. Aldatıldım yani. Ama yine de o kokuyu duyabiliyorum.

Evime yakın bir durakta iniyorum otobüsten. Eve bir an önce girmek için büyük bir istek duyuyorum. Apartmana giriyorum. Çantamdan anahtarları çıkarıyorum. Tam kapıyı açacakken içeriden biri açıyor kapıyı. Ve… “Aman Tanrım!”

        Zrrrrrrrr…
        - Haydi çocuklar, tamamlayın artık cümlelerinizi.
        - Bir dakika hocam.
        - E, ama yavrum zil çaldı, haydi!

Sınıftayım. Etrafıma bakıyorum. Gözüm pencereye takılıyor. Yağmur damlaları camlarda. Öğretmen kâğıdımı alıyor. Bense sadece düşünüyorum. Hemen çantama bakıyorum. Tahmin ettiğim gibi! Simit susamları…


*Bursa’nın yerel gazetesi olan “İlk Adım”ın 12 Şubat 2002 tarihli sayısında, “Gençlerden Mektup Var” köşesinde yayınlanmıştır.